24 Ağustos 2009 Pazartesi

1-2 Ağustos, Balkaya, Sergen ve Bir Köy Daha

01.08.2009 Cumartesi sabahı saat 10:00'da İstanbul'dan yola çıkıldı. Emrah Çoraman'ın (29) kontrolünde olan 2008 model Peugeot Partner Adventure aracının içinde bulunan Oğuz Karaçuka (30), Yaman Özakın (29) ve Merve çevik (22) ilk molalarını Vize ilçesinde verdikten sonra planlanan 8 mağara girişi için yola koyuldular. Amaç yaz mevsiminin gelişi ile mağaralarda bulunan yarasaların sayısının değişimini ve türlerin dağılımını incelemekti.İlk girilen mağara olan Bağlar mağarasına girer girmez serin havası ile rahatlarken, ağıza buruna kaçan binlerce küçük sinekten de bir o kadar da rahatsız olduk. Çoroş kelebek avcılığında da kullanılan olta ucu ağ ilkel aleti ile bizleri görünce neşe içinde uçuşmaya başlayan yarasaları tutup cinslerini bir bilim adamı edasıyla mırıldanıyor, bizler ise hayran hayran onu izliyorduk.

İkinci mağara girişi Bağlar mağarasının yakınında bulunan Ocak mağarasına yapıldı. Üçüncü ve dördüncü mağaranın yakınına araç ile gidildi, GPS yardımı ile ormanın içinden yürüyerek devam edildi ancak daha sonra GPS aletinin kendini şaşırmasına şahit olduk. Hatta sonraki mağaraları GPS'in git dediği yönün tersine giderek bulduk bile denilebilir. İlk gün için 4 mağara yeterli olduğundan, Balkaya köyünün kahvesine çay içmeye ve akşama Yenesu mağarası yakınındaki piknik alanında kamp yapacağımızı haber vermeye gittik. Kahvede Hayati Abi ile konuştuktan sonra, akşam üstü köyün muhtarıyla yoğun bir sohbete daldık. Mağaralara neden zarar verilmemesi gerektiği konusunda uzun uzun konuştuk. Bizi oldukça zorlasa da sonunda az da olsa ikna oldu sanırsak. Daha sonra kahvedeki diğer amcaların da katılımıyla köylünün ve ormanın sorunlarını dinledik. Köylülerin projeyle ilgili kaygıları bir kere daha dinlendi ve kendilerine bildiğimiz kadarıyla tekrar bilgi verdik. Saat dokuz gibi kamp yerimize doğru hareket ettik. Cumartesi akşamı olduğu için kamp yerimizde yanlız değildik. Tedirgin bir uykudan sonra sabah on gibi kalktık.

Pazar sabahı 10:00 gibi toparlanıp kamp alanından ayrıldık. Domuzderesi (ya da Kurudere) mağarasını bulmak yaklaşık üç saatimizi aldı. Önce Emrah'la Çuka arabayı bırakıp yürüyerek (ama yoldan!) mağarayı buldular. yaklaşık bi buçuk saat sonra dönüp Merve'yle Yaman'ı da aldılar. Ama nedense mağarayı bulmak için bu sefer de bir buçuk saat uğraştık. Çamurlu olması dışında oldukça çekici bir mağara idi. Fazla yarasa olmadığından işimizi çabucak tamamlayıp dışarı çıktık. Çok vakit ve enerji kaybettiğimiz için bugünlük bir mağaraya daha girip tamamlamaya karar verdik. Doğru bir karar olduğunu Uzuntarla'yı bulamazken anladık. Geçen gelişimize kıyasla daha az yarasa vardı. Çıkışta da engerek falan görmedik. 16:00 civarı trafiğe kalmamak için dönüş yoluna çıktık, 18:30 gibi İstanbul'daydık.
Merve & Yaman


15-16 Ağustos, Yeniden Demirköy

Bu kez, çok Havva'lı bi arkadaşımız yazıyor:

''Mağarası gelmek'' deyimi mağaraları, çamurunu, suyunu, karpit kokusunu özleyip mağaracıların bir an coşmalarını ve sonrasında kendilerini mağarada bulmalarını ifade eder. Hele bir de böyle bir ruh halinde Shakespeare okuyorsanız, kendinizi '' Mağaraya gitme aşkının okunu tutma yayda gerili, bırak da gitsin ileri.'' derken bulabilirsiniz. İşte böyle bir ruh halinde asla yanlız kalmazsınız ve size mutlaka birilerinin eşlik ettiğini görüp kendinizi mağara yollarında buluverirsiniz..


Bu seferki gezimiz Pınar ve Özge'nin de aramıza katılmasıyla 14 Ağustos Cuma 22:30 sularında start aldı. İstanbul'dan Kırklareli'ye doğru yola koyulduk. Verilen bir iki mola sonrası 02:15 sularında Kozarka Mağarası'nın bulunduğu ormanlık alana ulaştık. Kozarka Mağarası Çukurpınar Köyü'nden Armağan Köy'e doğru giderken yolun hemen kenarında, sağda, ormanlık alanın hemen girişinde bulunmakta. Mağaranın girişini tespit ettikten sonra dördümüz de birbirimize bakıp sırıttık ve o an bir şey söylemeye de gerek kalmadan mağaraya girme hazırlıklarına başladık. Kızlar Ankara'dan geliyorlardı ama hiç sesleri çıkmıyordu, sanki mutluydular. Herkes mutlu olduğuna göre 03:15'te mağara girişimizi gerçekleştirdik. Mağarada yanlızca bir adet yarasa tepemizden süzülüp uçtu gitti. Guanoya rastlamadık. Çöküntü kayalardan oluşan küçük bir mağaraydı Kozarka. Birkaç kola girdik çıktık, biyologlar sinek ve örümcek gibi canlı örnekleri topladılar ve 04:15 sularında mağaradan çıktık. Mağaranın giriş ağzında Pınar'ın deyimiyle gastro'sunu atmış pod'u kalmış canlılar vardı, örnek alırken Pınar'ın bu ifadesi hepimizi bir hayli güldürmüştü. Tepemizde kocaman örümcekler ve cocoonlarla dolu bir alanda sürünerek aşağı süzülmek eğlenceli (!) saniyeler yaşattı dördümüze de. Biraz uyuduktan sonra 09:30 sularında uyanıp Armağan Köy'e doğru yol aldık. Köylülerle projeye dair biraz sohbet ettikten sonra Necati (Çolak) Amca eşliğinde Yeşillik Mağarası'nın yolunu tuttuk.

Mağaranın bulunduğu ağaçlık alana geldiğimizde karşıki tepede yer alan Karlık ve Arpa Mağaraları'nı gösterdi Necati Amca. Bölgede bir hayli mağara istihbaratı aldık. Arpa, Karlık, Kazandere, Künkler, Katrancı bu istihbaratlardan. Yeşillik Mağarası'nın yerini tespit ettikten sonra Necati Amca'yı motoruyla uğurladık. Hızlıca bir şeyler atıştırıp mağaraya girecektik ki Pınar'dan özlü bir sabah şarkısı geldi. Domateslerimizi sularına akıta akıta sevinçle yerken ''Nar gibi domatesle beyaz peynir, bir parça ekmekle beraber yenir. Gel onu seninle yiyelim, derhal düzelir keyfin, neşen gelir.'' dedi Pınar. Biz olayın şokuyla şaşkın bakışlar atarken Pınar şöyle devam etti: ''Her zaman insan istediğini bulmaz, bazen az yemekle rengimiz solmaz. Mideni çok yormamalısın, bazen de perhiz et, hiç fena olmaz.'' Atılan kahkahaların ardından çikolatalı sütlerimizi yudumlayıp Yeşillik'e doğru yol aldık. 12:45 sularında mağaraya girdik. Pınar ve Özge sinek, güve, örümcek, gastropod gibi canlı örnekleri toplarken Sencer'le ben de ölçüm aldık. Yeşillik minik bir mağara idi ama her yerden bir kol çıkıveriyordu karşınıza.

O kollardan birinde biraz ilerimizde Pınar canlı örneği toplar ve biz de Sencer'le ölçüm alır iken Sencer tam klinoyu okuyacaktı ki ''Klino'' demesiyle arkadan bir başka koldan sürünerek gelen sevimli Özge ''Benim, Özge.'' dedi ve hepimiz o an bir gülme krizine girdik haliyle. Ardından mağarada devam eden bir başka kol ve bu kolun son kısmında da bol guano bulduk. Fakat bu mağarada da sadece bir tane yarasa gözlemledik. Guanoyu müjde çoraplarına doldurarak 15:25'te mağaradan çıktık. Köy kahvehanesine dönüp sıcacık çaylarımızı yudumlarken yöre halkıyla biraz daha sohbet etme şansımız oldu. Sencer'in öğretmenimiz olduğunu sanan köylüler bizi bir hayli güldürdüler. Köylüler oldukça bilinçlilerdi aslında. Projenin, doğal ve tarihi güzelliklerinin öneminin, her bir şeyin farkındalardı. Fakat konu nedense hep ''define''ye geliyor idi. Açık açık hiçbir mağarada define bulmadığımızı söyledik merakla bize bakan köylülere. İçlerinden biri gülümseyerek siz definenin hasını bulmuşsunuzdur gibi bir laf etti ki, Pınar kendisine şu cevabı veriverdi o an : ''Evet en güzel defineyi biz bulduk. Keşfetme duygusu tarif edilemez bir define bizim için. Mutlu oluyoruz mağaralara girince, neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz ve o keşif duygusu tarif edilemez bir define, haklısınız.'' dedi. Amcalar sustular, hafif bir gülümseme vardı yüzlerinde. Biz de Pınar'ı takdir ettik o an :) Eksikleri almak üzere Özge ile bakkala girmiştik ki iki teyzeyle kaşılaştık. Selam verip hoşgeldiniz dediler. Yaptığımız çalışmayla ilgili Özge teyzeleri bilgilendiriyordu ki gelen cevap bizi hem şok etti, hem acayip mutlu olduk bi an. Teyze ''yöre halkını bilinçlendirmede bizlere çok iş düştüğünü ve bilinçlendirilmeyen yöre insanının ekolojik dengeye farkında olmadan zarar verdiğini ve bu durumun da doğanın doğal dengesini bozduğunu'' söyleyerek cümlesini sonlandırdı.


Armağan Köy'de işimizi tamamladıktan sonra Çukurpınar Köyü'ne doğru hareketlendik. Projeye dair yöre halkıyla biraz sohbet etme şansımız oldu. Biyologlar kendi alanlarıyla ilgili oldukça detaylı bilgiler verdiler. O an öğrendik ki ''evet, yörede bir biyosfer projesinden bahsediliyor fakat ne yazık ki yöre halkı bu projeyle ilgili detaylı bilgilendirilmemiş.'' Hatta amcalardan biri biraz asabiyet yapmış, bizi de yakalamıştı ki ''Eeee noluyor şimdi siz yarasayı, mağaradaki börtü böceği inceleyince, var mı bana bi yararı'' gibi bir çıkışta bulundu. Biyologlar ellerinden geldiğince nazik ve sakin bir şekilde gerekli bilgilendirmeyi yapmaya çalıştı. Eski köy muhtarı da o ara gelip bizlere yardımcı oldu. Şerafettin Amca eşliğinde Kale Mağaraları'nı incelemek üzere ormana doğru yol aldık. Arabayla gidilebilecek son noktaya geldiğimizde Şerafettin Amca bize özenle kazılmış çok derin bir defineci çukuru gösterdi ve o an gördüğümüz işçilik bizi şok etti. Büyük şaşkınlık içinde ormana dalıp mağaraların yolunu tuttuk. Kalenin hemen yakınındaki mağaraya girdik önce 17:30 sularında. İn demek daha doğru olur belki de. Birkaç örümcek ve sinek örnekleri alındı. O esnada mağaradan sevimli bir fare çıkageldi karşımıza. Sonra biraz daha aşağı kısımda bulunan diğer mağaraya gittik. Yarasa popülasyonunun yoğun olduğu bir mağaraydı. Güve benzeri kanatlılar, sinek, örümcek ve kene örnekleri alındı. Guanoların içi isopod ve solucan kaynıyordu.

Yarasaları rahatsız etmemek adına hızla işimizi bitirip 18:45 sularında mağaradan çıktık. Şerafettin Amcamız'la Bulgar dağlarına karşı fotoğraf çekmeden köye dönmek düşünülemezdi. Sencer anı ölümsüzleştirdi. Şerafettin Amca dünya tatlısı br insandı, bize oldukça yardımcı oldu. Mağaraya giren kız ekibine 'aferin' diyip takdirlerini sundu, bizleri mutlu etti. 19:10'da arabamıza ulaştık ve köye döndük. Köy kahvehanesine geldiğimizde bizi bir süre bırakmadılar. Nüfus artmıştı, sorulan tüm sorulara özenle ve sabırla cevap verildi. Belli ki herkes ayrıntılı bir şekilde aydınlatılmak istiyordu. Kendi alanımızla ilgili detaylı bilgi verdi biyologlar tekrar tekrar. Broşürlerimizden de dağıtıp vedalaştık. Şerafettin Amca bir sonraki gelişimizde bizi diğer mağaralara götüreceğini söyledi gülümseyerek.

Ertesi gün Kızlar Mağarası'na gideceğimizden Sarpdere Köyü'ne doğru yol aldık. Köy kahvehanesinde biraz sohbet edip bize sunulan karpuzları yedik keyifle. Karpuzu 10 dakikada çatlatmayan pınarın suyunu içmem diyen Necati Amca'yı andık sevgiyle. Tekrar yola koyulduk. 22:30'da Dupnisa Mağarası'nın yer aldığı kamp yerindeydik. 3 dağcı ile karşılaştık. Geçtiğimiz haftalarda farecilerle karşılaşan asosyal ekip üyelerinden olmadığımız için, oldukça keyifli bir sohbete koyulduk dağcılarla ve 2'ye doğru ancak çadırLarımızın yolunu tutabildik:) Aynı zamanda mağaracılık da yapmış insanlardı. İçlerinden biri yerel bir gazetede görevliydi. Proje ile ilgili olumsuz düşüncelerini paylaştılar, Pınar ise işin mağaracılık kısmında verilen emeklerden ve çalışmanın ne denli ciddi bir biçimde yürütüldüğünden bahsetti. Karşılıklı ikramlar geceyi daha bir keyifle geçirmemizi sağladı: sıcak su, çay-kahve, yaprak sarma, kaşarlı sucuk vb. Oldukça samimi oluverdiğimizi Pınar'ın şu tepkisiyle ölçebiliriz. ''Gün içinde bir hayli gezdik, ormanda böğürtlen bulduk, toplayıp afiyetle yedik; ama her yerimiz çizildi.'' diyen arkadaşımıza Pınar'ın tepkisi ''Oh olsun, demek bizsiz böğürtlen yersiniz ha!'' oldu.

16 Ağustos Pazar sabahı 09:30 sularında kalktık. Bizi yiyen böcekler sanki ameliyat izleri bırakmıştı vücudumuzda. Yapılan muhteşem kahvaltı keyfimizi yerine getirmişti neyse ki. Chokella olsun, domates biber salatalık olsun , kaşar olsun beyaz peynir olsun her bir şey vardı ama Sencer huysuzluk edecek ya tutturdu ''yumurta'' diye. Neyse ki oradaki büfeden koşarak gidip yumurta aldım ve sustu. Böylece huzur verici bir sessizlik içinde keyifle sucuklu yumurtalarımızı yedik. 12:00 sularında kamptan ayrıldık. Mağaraya gitmeden önce köy kahvehanesindeki amcalarla oturup sohbet etme imkanımız oldu. Minik bir yol tarifi alıp efsanesi bol Kızlar Mağarası'na doğru yol aldık. 13:30'da girişimizi gerçekleştirdik. Özge ve Pınar otbiçen, örümcek, sinek, gastropod gibi canlı örnekleri toplarken Sencer'le bense ölçüm aldık. 15:30'da mağaradan çıktık. 16:00'da İstanbul'a dönüşe geçtik. Saray'da mola verip bir güzel aç karınlarımızı doyurduk. Ardından bir tatlı krizidir aldı başını gitti. Tatlıcı Tombak'ı aradık dakikalarca, bulduğumuzdaki mutluluk görülmeye değerdi. Ardından tekrar yola koyulduk. Güya erkenden evimize geleektik. Fakat yolda kaza vardı ve dönüş bir hayli sancılı geçti. Saatler süren tıkanıklık herkesi çıldırtmıştı; ama belliydi ki bazılarının üstünde tarif edilemez bir gerizekalılık izleri bırakmıştı. Sinyal verip de şerit değiştiren araba sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu.

Onu geçtim zart diye önümüze atılan arabalar yüzünden kaç kez kaza tehlikesi geçirdik. Kafamı nereye çevirsem abuk sabuk şeyler görüyordum: Birkaç aylık bebeğini direksiyon başında kucağında taşıyan gerizekalı şoförler, mal gibi önümüze atladıktan sonra göz dağı verir gibi camdan tesbih salllayan gerizekalılar, acil şeridini üçüncü bir şeritmişçesine kullanan onlarca araç, kocaman otobüsü üstümüze üstümüze süren Metro firması şoförü vb. Sinir katsayılarımızı bir hayli yükselmişti yolculuk boyunca. Neyse ki 22.30 sularında sağ salim evimize ulaştık. Yaşanan powerball çılgınlığının ardından kızları canlı örnekleriyle Ankara'ya yolladık.

Nice kamplara, mağaralara hep beraber...

Havva

3 Ağustos 2009 Pazartesi

20-21 Haziran İğneada Gezisi

Haziran'da yaptığımız gezinin gecikmeli yazısı Aydın arkadaşımızdan:

"Sabah 7:30 da kulüp odasında buluşup yola çıkmak için geziye katılacaklar olarak bir gün önceden sözleştik. Genel ortalamamızın altında bir gecikmeyle herkes kulüp odasındaydı. Alel acele son kontrolleri ve hazırlıklarımız yaptıktan sonra saat 9:00 sularında Kırklareli'ne doğru yola çıktık. Saat 11:00 sularında Pınarhisar'a varan ekip burada kahvaltı edip, kamp için gerekli olan sarfiyat malzemesini de aldıktan sonra vakit kaybetmeden mağaralara doğru yola koyuldu. İlk hedefimiz Avcılar Köyü'ndeki Tirfez Mağarası ve Çatalyol Düdeni'ydi. Tirfez Mağarası'nda yarasa sayımı ve canlı örneği toplanacak, Çatalyol'da ise bu işlerin yanında ölçüm çalışması da yapılacaktı.

Önce Tirfez Mağasası'ndaki örnek toplama ve sayım işlerini tamamladıktan sonra Çatalyol Düdeni'ne geçtik. Çatalyol Düdeni'ne önce Mehmet ve ben döşemeyi yapmak için girdik, yaklaşık bir saat sonra da arkamızdan Kürşad, Çoraman ve Aslı'dan oluşan bindirme ekibi ölçüme yardım ve sayım işlemini yapmak için girdiler. Mehmet, ben ve Aslı ölçümü yaparken, Kürşad ve Çoraman yarasa sayımını ve tür belirleme işlemiyle ilgilendiler. Ardından ölçüm ekibinde küçük bir değişiklik oldu ve Aslı'nın görevini Kürşad devraldı. Biz ölçüm işi ile uğraşırken, Çoraman ve Aslı örnek topladılar. Çatalyol Düdeni'deki işimizi bitirdikten sonra mağaradan çıkıp yola koyulduk. Yolda araçla bizi Gülfer ve Barış karşıladı ve saat 23:00 sularında kampa vardık. Kampta bol miktarda yemeğimizi de yedikten sonra günün verdiği yorgunluktan herkes uyumak için çadırlarına ben ise Döker ailesinin aracına çekildim.

Sabah sınır birliğine ait bir asker birliği kampımızı ziyaret ettikten sonra ön kahvaltı dediğimiz kahvaltıyı yapıp 9:00 gibi yola çıktık. Pınarhisar'da bir gün öncekine benzer bir kahvaltı yaptıktan sonra vakit kaybetmeden yola koyulduk. Sivriler Köyü'ndeki Mermer Mağarası'na girecektik. Bu sefer ki ekipte Emek ve Gülfer de vardı. Memo, ben ve Aslı ölçüm yapacak diğerleri yarasa sayımı ve örnek alınmasında Çoraman'a yardım edeceklerdi. Lakin girişin seyri de bu şekilde devam etti. Yalnız mağaranın 8m'lik bir inişten oluşan dar bir pasajında nefes alma güçlüğü yaşadık ve burada ölçüm alma işlemi bizim için ciddi anlamda yorucu ve bir miktarda kaygı verici bir durum oluşturdu.

Konu hakkında daha fazla yorum yapma gereği duymuyorum çünkü zaten Yaman bir gezi önce uzun uzun aynı mağara ve aynı konudan söz etmiş. Mehmet ve ben ölçüm işi ve döşemenin toplanma kısmını halledip sağ salim ve hafif yorgun bir şekilde dışarı çıktık. Dışarıda verdiğimiz kısa bir molanın ardından, toplanmak ve dönüş yoluna çıkmak üzere arabalara doğru yola koyulduk. Saat 19:00 sularında Pınarhisar yolu üzerinde yediğimiz enfes akşam yemeğinden sonra kulübe dönüp, evlere dağıldık. Böylece bir maceranın daha sonuna geldik.

Aydın"

11-12 Temmuz Vize Gezisi

Bu kez Havva arkadaşımız anlatıyor:

"Cuma gecesi Pınar'ın İstanbul'a gelmesi ve hoş şarap eşliğinde sabahın ilk ışıklarına kadar süren sohbetin ardından birkaç saat uyumuştuk ki Mehmet'in aramasına birkaç dakika kala uyanıp hızlıca hazırlandık. 11 Temmuz Cumartesi sabahı 07:30 sularında kapımıza dayanan Mehmet önce bizi attı arabasına, ardından da Maxi-Başak ikilisini ve hızlı bir kahvaltının ardından Kırklareli’ne doğru yola koyulduk. Ayçiçeği tarlalarının güzelliği, sohbetin keyfi derken 812 yıllık olduğu iddia edilen ağacın yanı başında çaylarımızı yudumlayıp köye doğru yol aldık.

Köy kahvehanesinde kısacık bir mola verip broşürler üzerinden mağara ve mağaracılığa dair biraz sohbet ettikten sonra, programda olmayan ama köylüler tarafından oldukça yakın olduğu söylenen Kocaçayırlar Mağarası'na doğru yol aldık. Önceki gün yağışlı olduğu için Mehmet'in yere çok yakın Corsa'sı çamura saplandı ve arabayı itmeye çalışan Başak tekerlekten gelen çamurun kurbanı olup pislik içinde kaldı. Atılan kahkahaların ardından arabayı kurtarıp hızlıca hazırlandık ve tarlaların arasından süzülerek bir ayçiçeği tarlasına gelmiştik ki bize eşlik eden amcam ''Aha da tam buradaydı mağara!'' diyerek toprağı dövmeye başladı. Ben amcanın espri anlayışını sorguluyordum ki amcam ciddi ciddi oracıkta bir mağara olduğunu ama görülen o ki maalesef tarla sahibinin mağara ağzını toprakla kapadığını söyledi. Önce şaşkın ardından ezik bakışlar atarak mağara ile vedalaştıktan sonra teşekkür edip ayrıldık ve Bağlar Mağarası'na doğru yola koyulduk.

Bağlar Mağara'sı örümcek çeşitliliği açısından zengindi. Mehmet konuda oldukça uzmanlaşmış tür isimlerini Latince sayarken ilk kez geziye katılan bizler ''Bu ne, bu ne?'' diyip konuya açlığımızı gidermeye çalışıyorduk. Örnek olarak aldığımız guanoyu ten rengi müjde çoraplarından birine koyduktan sonra yarasa popülasyonunun yoğun olduğunu görüp yavrulama döneminde oldukları için ilerlememe kararı aldık ve hemen yakınlarda olan Ocak Mağarası'na harekete geçtik. Yol üzerinde bir kertenkele ile karşılaştık ki kendisini ilginç kılan yanı bizden hiç kaçmayışı idi. Mehmet'e sevimli pozlar bile verdi. Diğer mağaradan da örnek toplamaya başladık. Örümceklerin büyüklüğü Başak'ı kıllandırdı. Etrafa merakla bakıp değişik bir şeyler bulmaya çalışırken diğerlerinden farklı bir şey görüp heyecanlanmıştım ki Mehmet ''O bir kene.'' dedi. Pınar elinde pensi, böceklerin korkulu rüyası olmaya devam etti. Mehmet-Maxi-Başak ölçüm almak üzere mağarada kalırken Pınar'la ben toplanan örnekleri düzenlemek üzere mağaradan çıktık.

Sırada Yenesu Mağarası vardı. Balkaya Köyü'ne doğru harekete geçtik. Yolda, arkadaşlarım için özenle yapıp içine sevgimi kattığım yaprak sarmaları götürdük afiyetle. Derken köy kahvehanesine ulaşıp meşhur Ramo ile tanıştık, çayları yudumlayıp kamp alanına doğru hareketlendik. İnsanların piknik yaptığı alana çadırlarımızı kurup meraklı gözler eşliğinde üzerimizi değiştirdikten hemen sonra mağaraya doğru yol aldık. Pınar elinde Nutella kutusu ve pens ile bilim aşkı ile tutuşurken bizler Zeus'un arkasından bir dakika ayrılmayan Hera misali onun peşinde dolanıp duruyorduk. Mağaranın sulu kısmına gelmeden önce hemen her yerde güvelerle karşılaştık. Mağaradaki en hoş canlılar ise kesinlikle kene kolonisiydi. İnci şeklinde öbek öbek kene, öylece bize bakıyordu ki Mehmet hemen anı ölümsüzleştirdi. Bele kadar gelen sulara doğru yol alıp hızlıca ilerlemeye başladık mağarada. Gördüğüm en güzel mağaralardan biri olmuştu Yenesu, keyfime diyecek yoktu. Sulu kolun ikiye ayrıldığı noktada sağdan devam ettik ve uzunca bir yolu kat ederken Mehmet'in söylediğine göre tüm yarasaların mağaradan göç ettiğini gördük. Bir tek yarasa bile kalmamıştı. Yarasacıbaşı Çoraman'a hemen durumu bildirmek lazım dedik. Guano örneklerini müjde çoraplarına koyarken isoopodları keyifle izledik. Mehmet'in mağaranın artık daha fazla ilerlemediğini iddia edip ''Sencer'in dediğine göre buradan devam eden yol bir başka çıkışa gidiyormuş.'' diyerek sırıttığı noktada, gördüğü deliğin nereye çıktığını tespit etmeden mağaradan çıkamama hastalığına sahip ben, bir bakıp gelmeyi teklif ettim. Birkaç metre sonra bitecekmiş gibi görünen yol, o birkaç metreyi aştığınızda başka bir birkaç metre ile sizi selamlıyordu. Sonra başka bir birkaç metre derken mağaranın devam ettiğini gördüm. Mehmet'le ''Heeeyoooo''laşarak sulu bir kısma geldik ve bir de ne görelim: şirin bir amphipod. Mehmet heyecan yapıp Pınar'ı almaya gitti. Ben de bu değerli yaratık bir tane olduğundan psikopata bağlamış gözlerimle onu kaybetmemeye çalıştım. Bu amphipod kardeş kırkayağın suda gideni gibi bir şey olmakta; ama örnek toplama tüpüne koyduğunuzda komik bir hal alıp sanki boğuluyormuş taklidi yapmakta. Pınar tür teşhisi için bir tanenin yeterli olmadığını söyleyip en az bir tane daha bulmaya çalıştı. Buz gibi suda ikimiz amphipod avına çıktık ve suda donsak da minik bir amphipod bulmayı başarıp mutlu mesut dönüşe geçtik. Pınar’la amphipod ''Benim için sen varsın, senin için de ben.'' diyen Fareler ve İnsanlar'daki Lennie ile George gibiydiler. Zaten ıslanmış olduğumuzdan bu sefer suda adeta koşuyor, garip bale hareketleri sergiliyorduk. Bir ara gaz olan Mehmet 1-2-3 diyerek kendini suya attı, bunu yaparken Başak'ın gözünü çıkarma girişiminde de bulundu. Mutlu mesut suda giderken Pınar ''Durunnnn!!'' diye bir nara attı. Biz şaşkın şaşkın bakarken suya eğildi, o an suda siyah bir şey görmüştüm ki bir baktım o bir semenderdi. Pınar eline şeker tutuşturulan çocuklar kadar şendi. İlk kez mağarada bu kadar tatlı bir şeyle karşılaşıyordum ben de. Hepimiz şenlendik, daha bir neşe ile ilerlemeye koyulduk elde semender. Islanmasın diye fotoğraf makinesini getirmediğimizden sulu kolun bittiği noktaya kadar semender bize eşlik etti. Tam bu noktaya geldiğimizde Ramo'nun bizi beklediğini gördük. Sonra fotoğrafını çekip vedalaştık minik, sevimli dostumuzla. Tam o esnada amphipod gören Pınar'ın gözü döndü, heyecan oldu ama amphipodları yakalamayı başaramadı. ''Yokluğun gözü kör olsun, ne olurdu sanki plankton kepçemiz olsaydı.'' diyip okkalı bir küfür savurduk. Gece 00:00 sularında mağaradan çıktık. Ramo'nun da yardımlarıyla ateş yakıldı, Mehmet'in tavuk projesi hayata geçirildi. (ayrıntılar için bknz: Bümak,Bumad list) Köfteler olsun tavuk olsun, domatesler olsun biberler olsun her bir şey afiyetle midelere indirildi. Yemeğin ardından Mehmet ''Turkey'' kelimesinin kökenine inip bir etimolog edasında açıklamalar yaptı, entellektüel sohbet değişen dünya düzeniyle devam edip evrim temasını aldı. Bu esnada sanatçı geçinen Başak çadırının yolunu tuttu ve arkadaşları tarafından kınandı. Saat üçü geçtiğinden bir süre sonra ben de uyumaya karar verdim. Bir süre sonra da Maxi çadırının yolunu tuttu, Mehmet'le Pınar'sa dışarda yatmaya karar verdi.

Ertesi gün 07:30 sularında kalkan ben çadırıma kadar her şeyi toplayıp arkadaşlarımı uyandırmaya çalıştım. Mehmet'le Pınar hemen uyanırken Maxi ile Başak uzunca bir süre çağrıma kulak asmadılar. Uyanınca yaptıkları ağırlıklı şey ise yellenmek oldu. Bu hareketleri tarafımdan kınanıp ''Ne biçim çiftsiniz len siz.'' dediğimde ise aldığım cevap şu oldu: ''Asıl sen ne biçim Sencer karısısın!!'' Çaresizce sustum. Derken kahvaltımızı yapıp 10.30 sularında köye ulaşmayı başardık. Ramo ile beraber Kurudere Mağarası'nın yolunu tuttuk. Yolda yılan ve kaplumbağa gördük, mutlu olduk. 12:00 sularında mağaraya girdik. Kızlar ve erkekler olarak ayrıldık: Mehmet-Maxi-Ramo ölçüm alma işini üstlendi, biz de fotoğraf çekip örnek toplama işini. Mağarada oldukça fazla sayıda minik kırkayaklar vardı. Nutella kabına konulan örümceklere sevgiyle bakıp Nutella'dan sponsorluk mu alsak acaba geyiklerine devam ettik. En tiksinç kısım yine guao örneği almak oldu ve bu sefer de Mike Rowe gelsin dirty job görsün geyiğimizi yaptık. 15:00 sularında biz, 15:30 gibi de ölçüm ekibi mağaradan çıktık. Dönüş trafiğini de hesaba katıp İstanbul'a harekete geçmeye karar verdik. Yolda mola verip bir güzel iskenderleri, pideleri, salataları midelere indirdik. Üzerine çaylarımızı içip mutlu mesut İstanbul'a ulaştık. Mehmet'in evlere servis eylemi hizmette gelinen son noktaydı. Gece 00:25 sularında da Pınar'ı b.kları ve örümcekleriyle Ankara'ya uğurladık.

Dört dörtlük bir gezi daha sonlandı... Daha nicelerine hep beraber...


Havva"