3 Ağustos 2009 Pazartesi

11-12 Temmuz Vize Gezisi

Bu kez Havva arkadaşımız anlatıyor:

"Cuma gecesi Pınar'ın İstanbul'a gelmesi ve hoş şarap eşliğinde sabahın ilk ışıklarına kadar süren sohbetin ardından birkaç saat uyumuştuk ki Mehmet'in aramasına birkaç dakika kala uyanıp hızlıca hazırlandık. 11 Temmuz Cumartesi sabahı 07:30 sularında kapımıza dayanan Mehmet önce bizi attı arabasına, ardından da Maxi-Başak ikilisini ve hızlı bir kahvaltının ardından Kırklareli’ne doğru yola koyulduk. Ayçiçeği tarlalarının güzelliği, sohbetin keyfi derken 812 yıllık olduğu iddia edilen ağacın yanı başında çaylarımızı yudumlayıp köye doğru yol aldık.

Köy kahvehanesinde kısacık bir mola verip broşürler üzerinden mağara ve mağaracılığa dair biraz sohbet ettikten sonra, programda olmayan ama köylüler tarafından oldukça yakın olduğu söylenen Kocaçayırlar Mağarası'na doğru yol aldık. Önceki gün yağışlı olduğu için Mehmet'in yere çok yakın Corsa'sı çamura saplandı ve arabayı itmeye çalışan Başak tekerlekten gelen çamurun kurbanı olup pislik içinde kaldı. Atılan kahkahaların ardından arabayı kurtarıp hızlıca hazırlandık ve tarlaların arasından süzülerek bir ayçiçeği tarlasına gelmiştik ki bize eşlik eden amcam ''Aha da tam buradaydı mağara!'' diyerek toprağı dövmeye başladı. Ben amcanın espri anlayışını sorguluyordum ki amcam ciddi ciddi oracıkta bir mağara olduğunu ama görülen o ki maalesef tarla sahibinin mağara ağzını toprakla kapadığını söyledi. Önce şaşkın ardından ezik bakışlar atarak mağara ile vedalaştıktan sonra teşekkür edip ayrıldık ve Bağlar Mağarası'na doğru yola koyulduk.

Bağlar Mağara'sı örümcek çeşitliliği açısından zengindi. Mehmet konuda oldukça uzmanlaşmış tür isimlerini Latince sayarken ilk kez geziye katılan bizler ''Bu ne, bu ne?'' diyip konuya açlığımızı gidermeye çalışıyorduk. Örnek olarak aldığımız guanoyu ten rengi müjde çoraplarından birine koyduktan sonra yarasa popülasyonunun yoğun olduğunu görüp yavrulama döneminde oldukları için ilerlememe kararı aldık ve hemen yakınlarda olan Ocak Mağarası'na harekete geçtik. Yol üzerinde bir kertenkele ile karşılaştık ki kendisini ilginç kılan yanı bizden hiç kaçmayışı idi. Mehmet'e sevimli pozlar bile verdi. Diğer mağaradan da örnek toplamaya başladık. Örümceklerin büyüklüğü Başak'ı kıllandırdı. Etrafa merakla bakıp değişik bir şeyler bulmaya çalışırken diğerlerinden farklı bir şey görüp heyecanlanmıştım ki Mehmet ''O bir kene.'' dedi. Pınar elinde pensi, böceklerin korkulu rüyası olmaya devam etti. Mehmet-Maxi-Başak ölçüm almak üzere mağarada kalırken Pınar'la ben toplanan örnekleri düzenlemek üzere mağaradan çıktık.

Sırada Yenesu Mağarası vardı. Balkaya Köyü'ne doğru harekete geçtik. Yolda, arkadaşlarım için özenle yapıp içine sevgimi kattığım yaprak sarmaları götürdük afiyetle. Derken köy kahvehanesine ulaşıp meşhur Ramo ile tanıştık, çayları yudumlayıp kamp alanına doğru hareketlendik. İnsanların piknik yaptığı alana çadırlarımızı kurup meraklı gözler eşliğinde üzerimizi değiştirdikten hemen sonra mağaraya doğru yol aldık. Pınar elinde Nutella kutusu ve pens ile bilim aşkı ile tutuşurken bizler Zeus'un arkasından bir dakika ayrılmayan Hera misali onun peşinde dolanıp duruyorduk. Mağaranın sulu kısmına gelmeden önce hemen her yerde güvelerle karşılaştık. Mağaradaki en hoş canlılar ise kesinlikle kene kolonisiydi. İnci şeklinde öbek öbek kene, öylece bize bakıyordu ki Mehmet hemen anı ölümsüzleştirdi. Bele kadar gelen sulara doğru yol alıp hızlıca ilerlemeye başladık mağarada. Gördüğüm en güzel mağaralardan biri olmuştu Yenesu, keyfime diyecek yoktu. Sulu kolun ikiye ayrıldığı noktada sağdan devam ettik ve uzunca bir yolu kat ederken Mehmet'in söylediğine göre tüm yarasaların mağaradan göç ettiğini gördük. Bir tek yarasa bile kalmamıştı. Yarasacıbaşı Çoraman'a hemen durumu bildirmek lazım dedik. Guano örneklerini müjde çoraplarına koyarken isoopodları keyifle izledik. Mehmet'in mağaranın artık daha fazla ilerlemediğini iddia edip ''Sencer'in dediğine göre buradan devam eden yol bir başka çıkışa gidiyormuş.'' diyerek sırıttığı noktada, gördüğü deliğin nereye çıktığını tespit etmeden mağaradan çıkamama hastalığına sahip ben, bir bakıp gelmeyi teklif ettim. Birkaç metre sonra bitecekmiş gibi görünen yol, o birkaç metreyi aştığınızda başka bir birkaç metre ile sizi selamlıyordu. Sonra başka bir birkaç metre derken mağaranın devam ettiğini gördüm. Mehmet'le ''Heeeyoooo''laşarak sulu bir kısma geldik ve bir de ne görelim: şirin bir amphipod. Mehmet heyecan yapıp Pınar'ı almaya gitti. Ben de bu değerli yaratık bir tane olduğundan psikopata bağlamış gözlerimle onu kaybetmemeye çalıştım. Bu amphipod kardeş kırkayağın suda gideni gibi bir şey olmakta; ama örnek toplama tüpüne koyduğunuzda komik bir hal alıp sanki boğuluyormuş taklidi yapmakta. Pınar tür teşhisi için bir tanenin yeterli olmadığını söyleyip en az bir tane daha bulmaya çalıştı. Buz gibi suda ikimiz amphipod avına çıktık ve suda donsak da minik bir amphipod bulmayı başarıp mutlu mesut dönüşe geçtik. Pınar’la amphipod ''Benim için sen varsın, senin için de ben.'' diyen Fareler ve İnsanlar'daki Lennie ile George gibiydiler. Zaten ıslanmış olduğumuzdan bu sefer suda adeta koşuyor, garip bale hareketleri sergiliyorduk. Bir ara gaz olan Mehmet 1-2-3 diyerek kendini suya attı, bunu yaparken Başak'ın gözünü çıkarma girişiminde de bulundu. Mutlu mesut suda giderken Pınar ''Durunnnn!!'' diye bir nara attı. Biz şaşkın şaşkın bakarken suya eğildi, o an suda siyah bir şey görmüştüm ki bir baktım o bir semenderdi. Pınar eline şeker tutuşturulan çocuklar kadar şendi. İlk kez mağarada bu kadar tatlı bir şeyle karşılaşıyordum ben de. Hepimiz şenlendik, daha bir neşe ile ilerlemeye koyulduk elde semender. Islanmasın diye fotoğraf makinesini getirmediğimizden sulu kolun bittiği noktaya kadar semender bize eşlik etti. Tam bu noktaya geldiğimizde Ramo'nun bizi beklediğini gördük. Sonra fotoğrafını çekip vedalaştık minik, sevimli dostumuzla. Tam o esnada amphipod gören Pınar'ın gözü döndü, heyecan oldu ama amphipodları yakalamayı başaramadı. ''Yokluğun gözü kör olsun, ne olurdu sanki plankton kepçemiz olsaydı.'' diyip okkalı bir küfür savurduk. Gece 00:00 sularında mağaradan çıktık. Ramo'nun da yardımlarıyla ateş yakıldı, Mehmet'in tavuk projesi hayata geçirildi. (ayrıntılar için bknz: Bümak,Bumad list) Köfteler olsun tavuk olsun, domatesler olsun biberler olsun her bir şey afiyetle midelere indirildi. Yemeğin ardından Mehmet ''Turkey'' kelimesinin kökenine inip bir etimolog edasında açıklamalar yaptı, entellektüel sohbet değişen dünya düzeniyle devam edip evrim temasını aldı. Bu esnada sanatçı geçinen Başak çadırının yolunu tuttu ve arkadaşları tarafından kınandı. Saat üçü geçtiğinden bir süre sonra ben de uyumaya karar verdim. Bir süre sonra da Maxi çadırının yolunu tuttu, Mehmet'le Pınar'sa dışarda yatmaya karar verdi.

Ertesi gün 07:30 sularında kalkan ben çadırıma kadar her şeyi toplayıp arkadaşlarımı uyandırmaya çalıştım. Mehmet'le Pınar hemen uyanırken Maxi ile Başak uzunca bir süre çağrıma kulak asmadılar. Uyanınca yaptıkları ağırlıklı şey ise yellenmek oldu. Bu hareketleri tarafımdan kınanıp ''Ne biçim çiftsiniz len siz.'' dediğimde ise aldığım cevap şu oldu: ''Asıl sen ne biçim Sencer karısısın!!'' Çaresizce sustum. Derken kahvaltımızı yapıp 10.30 sularında köye ulaşmayı başardık. Ramo ile beraber Kurudere Mağarası'nın yolunu tuttuk. Yolda yılan ve kaplumbağa gördük, mutlu olduk. 12:00 sularında mağaraya girdik. Kızlar ve erkekler olarak ayrıldık: Mehmet-Maxi-Ramo ölçüm alma işini üstlendi, biz de fotoğraf çekip örnek toplama işini. Mağarada oldukça fazla sayıda minik kırkayaklar vardı. Nutella kabına konulan örümceklere sevgiyle bakıp Nutella'dan sponsorluk mu alsak acaba geyiklerine devam ettik. En tiksinç kısım yine guao örneği almak oldu ve bu sefer de Mike Rowe gelsin dirty job görsün geyiğimizi yaptık. 15:00 sularında biz, 15:30 gibi de ölçüm ekibi mağaradan çıktık. Dönüş trafiğini de hesaba katıp İstanbul'a harekete geçmeye karar verdik. Yolda mola verip bir güzel iskenderleri, pideleri, salataları midelere indirdik. Üzerine çaylarımızı içip mutlu mesut İstanbul'a ulaştık. Mehmet'in evlere servis eylemi hizmette gelinen son noktaydı. Gece 00:25 sularında da Pınar'ı b.kları ve örümcekleriyle Ankara'ya uğurladık.

Dört dörtlük bir gezi daha sonlandı... Daha nicelerine hep beraber...


Havva"

1 yorum:

  1. Yahu Havva,

    Her raporunu okuduktan sonra ne güzel gezi olmuş dedirtiyorsun vallahi.
    Yani yine çok güzel bir rapor olmuş kalemine sağlık, geziye katılanların da emeğine sağlık.

    Bu arada Mike Rowe gördü bu işleri. Bknz: http://www.tv.com/dirty-jobs/cave-biologist/episode/1159002/summary.html

    YanıtlaSil