İkinci mağara girişi Bağlar mağarasının yakınında bulunan Ocak mağarasına yapıldı. Üçüncü ve dördüncü mağaranın yakınına araç ile gidildi, GPS yardımı ile ormanın içinden yürüyerek devam edildi ancak daha sonra GPS aletinin kendini şaşırmasına şahit olduk. Hatta sonraki mağaraları GPS'in git dediği yönün tersine giderek bulduk bile denilebilir. İlk gün için 4 mağara yeterli olduğundan, Balkaya köyünün kahvesine çay içmeye ve akşama Yenesu mağarası yakınındaki piknik alanında kamp yapacağımızı haber vermeye gittik. Kahvede Hayati Abi ile konuştuktan sonra, akşam üstü köyün muhtarıyla yoğun bir sohbete daldık. Mağaralara neden zarar verilmemesi gerektiği konusunda uzun uzun konuştuk. Bizi oldukça zorlasa da sonunda az da olsa ikna oldu sanırsak. Daha sonra kahvedeki diğer amcaların da katılımıyla köylünün ve ormanın sorunlarını dinledik. Köylülerin projeyle ilgili kaygıları bir kere daha dinlendi ve kendilerine bildiğimiz kadarıyla tekrar bilgi verdik. Saat dokuz gibi kamp yerimize doğru hareket ettik. Cumartesi akşamı olduğu için kamp yerimizde yanlız değildik. Tedirgin bir uykudan sonra sabah on gibi kalktık.
24 Ağustos 2009 Pazartesi
1-2 Ağustos, Balkaya, Sergen ve Bir Köy Daha
İkinci mağara girişi Bağlar mağarasının yakınında bulunan Ocak mağarasına yapıldı. Üçüncü ve dördüncü mağaranın yakınına araç ile gidildi, GPS yardımı ile ormanın içinden yürüyerek devam edildi ancak daha sonra GPS aletinin kendini şaşırmasına şahit olduk. Hatta sonraki mağaraları GPS'in git dediği yönün tersine giderek bulduk bile denilebilir. İlk gün için 4 mağara yeterli olduğundan, Balkaya köyünün kahvesine çay içmeye ve akşama Yenesu mağarası yakınındaki piknik alanında kamp yapacağımızı haber vermeye gittik. Kahvede Hayati Abi ile konuştuktan sonra, akşam üstü köyün muhtarıyla yoğun bir sohbete daldık. Mağaralara neden zarar verilmemesi gerektiği konusunda uzun uzun konuştuk. Bizi oldukça zorlasa da sonunda az da olsa ikna oldu sanırsak. Daha sonra kahvedeki diğer amcaların da katılımıyla köylünün ve ormanın sorunlarını dinledik. Köylülerin projeyle ilgili kaygıları bir kere daha dinlendi ve kendilerine bildiğimiz kadarıyla tekrar bilgi verdik. Saat dokuz gibi kamp yerimize doğru hareket ettik. Cumartesi akşamı olduğu için kamp yerimizde yanlız değildik. Tedirgin bir uykudan sonra sabah on gibi kalktık.
15-16 Ağustos, Yeniden Demirköy
Bu kez, çok Havva'lı bi arkadaşımız yazıyor:
''Mağarası gelmek'' deyimi mağaraları, çamurunu, suyunu, karpit kokusunu özleyip mağaracıların bir an coşmalarını ve sonrasında kendilerini mağarada bulmalarını ifade eder. Hele bir de böyle bir ruh halinde Shakespeare okuyorsanız, kendinizi '' Mağaraya gitme aşkının okunu tutma yayda gerili, bırak da gitsin ileri.'' derken bulabilirsiniz. İşte böyle bir ruh halinde asla yanlız kalmazsınız ve size mutlaka birilerinin eşlik ettiğini görüp kendinizi mağara yollarında buluverirsiniz..
Bu seferki gezimiz Pınar ve Özge'nin de aramıza katılmasıyla 14 Ağustos Cuma 22:30 sularında start aldı. İstanbul'dan Kırklareli'ye doğru yola koyulduk. Verilen bir iki mola sonrası 02:15 sularında Kozarka Mağarası'nın bulunduğu ormanlık alana ulaştık. Kozarka Mağarası Çukurpınar Köyü'nden Armağan Köy'e doğru giderken yolun hemen kenarında, sağda, ormanlık alanın hemen girişinde bulunmakta. Mağaranın girişini tespit ettikten sonra dördümüz de birbirimize bakıp sırıttık ve o an bir şey söylemeye de gerek kalmadan mağaraya girme hazırlıklarına başladık. Kızlar Ankara'dan geliyorlardı ama hiç sesleri çıkmıyordu, sanki mutluydular. Herkes mutlu olduğuna göre 03:15'te mağara girişimizi gerçekleştirdik. Mağarada yanlızca bir adet yarasa tepemizden süzülüp uçtu gitti. Guanoya rastlamadık. Çöküntü kayalardan oluşan küçük bir mağaraydı Kozarka. Birkaç kola girdik çıktık, biyologlar sinek ve örümcek gibi canlı örnekleri topladılar ve 04:15 sularında mağaradan çıktık. Mağaranın giriş ağzında Pınar'ın deyimiyle gastro'sunu atmış pod'u kalmış canlılar vardı, örnek alırken Pınar'ın bu ifadesi hepimizi bir hayli güldürmüştü. Tepemizde kocaman örümcekler ve cocoonlarla dolu bir alanda sürünerek aşağı süzülmek eğlenceli (!) saniyeler yaşattı dördümüze de. Biraz uyuduktan sonra 09:30 sularında uyanıp Armağan Köy'e doğru yol aldık. Köylülerle projeye dair biraz sohbet ettikten sonra Necati (Çolak) Amca eşliğinde Yeşillik Mağarası'nın yolunu tuttuk.
Mağaranın bulunduğu ağaçlık alana geldiğimizde karşıki tepede yer alan Karlık ve Arpa Mağaraları'nı gösterdi Necati Amca. Bölgede bir hayli mağara istihbaratı aldık. Arpa, Karlık, Kazandere, Künkler, Katrancı bu istihbaratlardan. Yeşillik Mağarası'nın yerini tespit ettikten sonra Necati Amca'yı motoruyla uğurladık. Hızlıca bir şeyler atıştırıp mağaraya girecektik ki Pınar'dan özlü bir sabah şarkısı geldi. Domateslerimizi sularına akıta akıta sevinçle yerken ''Nar gibi domatesle beyaz peynir, bir parça ekmekle beraber yenir. Gel onu seninle yiyelim, derhal düzelir keyfin, neşen gelir.'' dedi Pınar. Biz olayın şokuyla şaşkın bakışlar atarken Pınar şöyle devam etti: ''Her zaman insan istediğini bulmaz, bazen az yemekle rengimiz solmaz. Mideni çok yormamalısın, bazen de perhiz et, hiç fena olmaz.'' Atılan kahkahaların ardından çikolatalı sütlerimizi yudumlayıp Yeşillik'e doğru yol aldık. 12:45 sularında mağaraya girdik. Pınar ve Özge sinek, güve, örümcek, gastropod gibi canlı örnekleri toplarken Sencer'le ben de ölçüm aldık. Yeşillik minik bir mağara idi ama her yerden bir kol çıkıveriyordu karşınıza.
O kollardan birinde biraz ilerimizde Pınar canlı örneği toplar ve biz de Sencer'le ölçüm alır iken Sencer tam klinoyu okuyacaktı ki ''Klino'' demesiyle arkadan bir başka koldan sürünerek gelen sevimli Özge ''Benim, Özge.'' dedi ve hepimiz o an bir gülme krizine girdik haliyle. Ardından mağarada devam eden bir başka kol ve bu kolun son kısmında da bol guano bulduk. Fakat bu mağarada da sadece bir tane yarasa gözlemledik. Guanoyu müjde çoraplarına doldurarak 15:25'te mağaradan çıktık. Köy kahvehanesine dönüp sıcacık çaylarımızı yudumlarken yöre halkıyla biraz daha sohbet etme şansımız oldu. Sencer'in öğretmenimiz olduğunu sanan köylüler bizi bir hayli güldürdüler. Köylüler oldukça bilinçlilerdi aslında. Projenin, doğal ve tarihi güzelliklerinin öneminin, her bir şeyin farkındalardı. Fakat konu nedense hep ''define''ye geliyor idi. Açık açık hiçbir mağarada define bulmadığımızı söyledik merakla bize bakan köylülere. İçlerinden biri gülümseyerek siz definenin hasını bulmuşsunuzdur gibi bir laf etti ki, Pınar kendisine şu cevabı veriverdi o an : ''Evet en güzel defineyi biz bulduk. Keşfetme duygusu tarif edilemez bir define bizim için. Mutlu oluyoruz mağaralara girince, neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz ve o keşif duygusu tarif edilemez bir define, haklısınız.'' dedi. Amcalar sustular, hafif bir gülümseme vardı yüzlerinde. Biz de Pınar'ı takdir ettik o an :) Eksikleri almak üzere Özge ile bakkala girmiştik ki iki teyzeyle kaşılaştık. Selam verip hoşgeldiniz dediler. Yaptığımız çalışmayla ilgili Özge teyzeleri bilgilendiriyordu ki gelen cevap bizi hem şok etti, hem acayip mutlu olduk bi an. Teyze ''yöre halkını bilinçlendirmede bizlere çok iş düştüğünü ve bilinçlendirilmeyen yöre insanının ekolojik dengeye farkında olmadan zarar verdiğini ve bu durumun da doğanın doğal dengesini bozduğunu'' söyleyerek cümlesini sonlandırdı.
Armağan Köy'de işimizi tamamladıktan sonra Çukurpınar Köyü'ne doğru hareketlendik. Projeye dair yöre halkıyla biraz sohbet etme şansımız oldu. Biyologlar kendi alanlarıyla ilgili oldukça detaylı bilgiler verdiler. O an öğrendik ki ''evet, yörede bir biyosfer projesinden bahsediliyor fakat ne yazık ki yöre halkı bu projeyle ilgili detaylı bilgilendirilmemiş.'' Hatta amcalardan biri biraz asabiyet yapmış, bizi de yakalamıştı ki ''Eeee noluyor şimdi siz yarasayı, mağaradaki börtü böceği inceleyince, var mı bana bi yararı'' gibi bir çıkışta bulundu. Biyologlar ellerinden geldiğince nazik ve sakin bir şekilde gerekli bilgilendirmeyi yapmaya çalıştı. Eski köy muhtarı da o ara gelip bizlere yardımcı oldu. Şerafettin Amca eşliğinde Kale Mağaraları'nı incelemek üzere ormana doğru yol aldık. Arabayla gidilebilecek son noktaya geldiğimizde Şerafettin Amca bize özenle kazılmış çok derin bir defineci çukuru gösterdi ve o an gördüğümüz işçilik bizi şok etti. Büyük şaşkınlık içinde ormana dalıp mağaraların yolunu tuttuk. Kalenin hemen yakınındaki mağaraya girdik önce 17:30 sularında. İn demek daha doğru olur belki de. Birkaç örümcek ve sinek örnekleri alındı. O esnada mağaradan sevimli bir fare çıkageldi karşımıza. Sonra biraz daha aşağı kısımda bulunan diğer mağaraya gittik. Yarasa popülasyonunun yoğun olduğu bir mağaraydı. Güve benzeri kanatlılar, sinek, örümcek ve kene örnekleri alındı. Guanoların içi isopod ve solucan kaynıyordu.
Yarasaları rahatsız etmemek adına hızla işimizi bitirip 18:45 sularında mağaradan çıktık. Şerafettin Amcamız'la Bulgar dağlarına karşı fotoğraf çekmeden köye dönmek düşünülemezdi. Sencer anı ölümsüzleştirdi. Şerafettin Amca dünya tatlısı br insandı, bize oldukça yardımcı oldu. Mağaraya giren kız ekibine 'aferin' diyip takdirlerini sundu, bizleri mutlu etti. 19:10'da arabamıza ulaştık ve köye döndük. Köy kahvehanesine geldiğimizde bizi bir süre bırakmadılar. Nüfus artmıştı, sorulan tüm sorulara özenle ve sabırla cevap verildi. Belli ki herkes ayrıntılı bir şekilde aydınlatılmak istiyordu. Kendi alanımızla ilgili detaylı bilgi verdi biyologlar tekrar tekrar. Broşürlerimizden de dağıtıp vedalaştık. Şerafettin Amca bir sonraki gelişimizde bizi diğer mağaralara götüreceğini söyledi gülümseyerek.
Ertesi gün Kızlar Mağarası'na gideceğimizden Sarpdere Köyü'ne doğru yol aldık. Köy kahvehanesinde biraz sohbet edip bize sunulan karpuzları yedik keyifle. Karpuzu 10 dakikada çatlatmayan pınarın suyunu içmem diyen Necati Amca'yı andık sevgiyle. Tekrar yola koyulduk. 22:30'da Dupnisa Mağarası'nın yer aldığı kamp yerindeydik. 3 dağcı ile karşılaştık. Geçtiğimiz haftalarda farecilerle karşılaşan asosyal ekip üyelerinden olmadığımız için, oldukça keyifli bir sohbete koyulduk dağcılarla ve 2'ye doğru ancak çadırLarımızın yolunu tutabildik:) Aynı zamanda mağaracılık da yapmış insanlardı. İçlerinden biri yerel bir gazetede görevliydi. Proje ile ilgili olumsuz düşüncelerini paylaştılar, Pınar ise işin mağaracılık kısmında verilen emeklerden ve çalışmanın ne denli ciddi bir biçimde yürütüldüğünden bahsetti. Karşılıklı ikramlar geceyi daha bir keyifle geçirmemizi sağladı: sıcak su, çay-kahve, yaprak sarma, kaşarlı sucuk vb. Oldukça samimi oluverdiğimizi Pınar'ın şu tepkisiyle ölçebiliriz. ''Gün içinde bir hayli gezdik, ormanda böğürtlen bulduk, toplayıp afiyetle yedik; ama her yerimiz çizildi.'' diyen arkadaşımıza Pınar'ın tepkisi ''Oh olsun, demek bizsiz böğürtlen yersiniz ha!'' oldu.
16 Ağustos Pazar sabahı 09:30 sularında kalktık. Bizi yiyen böcekler sanki ameliyat izleri bırakmıştı vücudumuzda. Yapılan muhteşem kahvaltı keyfimizi yerine getirmişti neyse ki. Chokella olsun, domates biber salatalık olsun , kaşar olsun beyaz peynir olsun her bir şey vardı ama Sencer huysuzluk edecek ya tutturdu ''yumurta'' diye. Neyse ki oradaki büfeden koşarak gidip yumurta aldım ve sustu. Böylece huzur verici bir sessizlik içinde keyifle sucuklu yumurtalarımızı yedik. 12:00 sularında kamptan ayrıldık. Mağaraya gitmeden önce köy kahvehanesindeki amcalarla oturup sohbet etme imkanımız oldu. Minik bir yol tarifi alıp efsanesi bol Kızlar Mağarası'na doğru yol aldık. 13:30'da girişimizi gerçekleştirdik. Özge ve Pınar otbiçen, örümcek, sinek, gastropod gibi canlı örnekleri toplarken Sencer'le bense ölçüm aldık. 15:30'da mağaradan çıktık. 16:00'da İstanbul'a dönüşe geçtik. Saray'da mola verip bir güzel aç karınlarımızı doyurduk. Ardından bir tatlı krizidir aldı başını gitti. Tatlıcı Tombak'ı aradık dakikalarca, bulduğumuzdaki mutluluk görülmeye değerdi. Ardından tekrar yola koyulduk. Güya erkenden evimize geleektik. Fakat yolda kaza vardı ve dönüş bir hayli sancılı geçti. Saatler süren tıkanıklık herkesi çıldırtmıştı; ama belliydi ki bazılarının üstünde tarif edilemez bir gerizekalılık izleri bırakmıştı. Sinyal verip de şerit değiştiren araba sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu.
Onu geçtim zart diye önümüze atılan arabalar yüzünden kaç kez kaza tehlikesi geçirdik. Kafamı nereye çevirsem abuk sabuk şeyler görüyordum: Birkaç aylık bebeğini direksiyon başında kucağında taşıyan gerizekalı şoförler, mal gibi önümüze atladıktan sonra göz dağı verir gibi camdan tesbih salllayan gerizekalılar, acil şeridini üçüncü bir şeritmişçesine kullanan onlarca araç, kocaman otobüsü üstümüze üstümüze süren Metro firması şoförü vb. Sinir katsayılarımızı bir hayli yükselmişti yolculuk boyunca. Neyse ki 22.30 sularında sağ salim evimize ulaştık. Yaşanan powerball çılgınlığının ardından kızları canlı örnekleriyle Ankara'ya yolladık.
Nice kamplara, mağaralara hep beraber...
Havva
3 Ağustos 2009 Pazartesi
20-21 Haziran İğneada Gezisi
"Sabah 7:30 da kulüp odasında buluşup yola çıkmak için geziye katılacaklar olarak bir gün önceden sözleştik. Genel ortalamamızın altında bir gecikmeyle herkes kulüp odasındaydı. Alel acele son kontrolleri ve hazırlıklarımız yaptıktan sonra saat 9:00 sularında Kırklareli'ne doğru yola çıktık. Saat 11:00 sularında Pınarhisar'a varan ekip burada kahvaltı edip, kamp için gerekli olan sarfiyat malzemesini de aldıktan sonra vakit kaybetmeden mağaralara doğru yola koyuldu. İlk hedefimiz Avcılar Köyü'ndeki Tirfez Mağarası ve Çatalyol Düdeni'ydi. Tirfez Mağarası'nda yarasa sayımı ve canlı örneği toplanacak, Çatalyol'da ise bu işlerin yanında ölçüm çalışması da yapılacaktı.
Önce Tirfez Mağasası'ndaki örnek toplama ve sayım işlerini tamamladıktan sonra Çatalyol Düdeni'ne geçtik. Çatalyol Düdeni'ne önce Mehmet ve ben döşemeyi yapmak için girdik, yaklaşık bir saat sonra da arkamızdan Kürşad, Çoraman ve Aslı'dan oluşan bindirme ekibi ölçüme yardım ve sayım işlemini yapmak için girdiler. Mehmet, ben ve Aslı ölçümü yaparken, Kürşad ve Çoraman yarasa sayımını ve tür belirleme işlemiyle ilgilendiler. Ardından ölçüm ekibinde küçük bir değişiklik oldu ve Aslı'nın görevini Kürşad devraldı. Biz ölçüm işi ile uğraşırken, Çoraman ve Aslı örnek topladılar. Çatalyol Düdeni'deki işimizi bitirdikten sonra mağaradan çıkıp yola koyulduk. Yolda araçla bizi Gülfer ve Barış karşıladı ve saat 23:00 sularında kampa vardık. Kampta bol miktarda yemeğimizi de yedikten sonra günün verdiği yorgunluktan herkes uyumak için çadırlarına ben ise Döker ailesinin aracına çekildim.
Sabah sınır birliğine ait bir asker birliği kampımızı ziyaret ettikten sonra ön kahvaltı dediğimiz kahvaltıyı yapıp 9:00 gibi yola çıktık. Pınarhisar'da bir gün öncekine benzer bir kahvaltı yaptıktan sonra vakit kaybetmeden yola koyulduk. Sivriler Köyü'ndeki Mermer Mağarası'na girecektik. Bu sefer ki ekipte Emek ve Gülfer de vardı. Memo, ben ve Aslı ölçüm yapacak diğerleri yarasa sayımı ve örnek alınmasında Çoraman'a yardım edeceklerdi. Lakin girişin seyri de bu şekilde devam etti. Yalnız mağaranın 8m'lik bir inişten oluşan dar bir pasajında nefes alma güçlüğü yaşadık ve burada ölçüm alma işlemi bizim için ciddi anlamda yorucu ve bir miktarda kaygı verici bir durum oluşturdu.
Konu hakkında daha fazla yorum yapma gereği duymuyorum çünkü zaten Yaman bir gezi önce uzun uzun aynı mağara ve aynı konudan söz etmiş. Mehmet ve ben ölçüm işi ve döşemenin toplanma kısmını halledip sağ salim ve hafif yorgun bir şekilde dışarı çıktık. Dışarıda verdiğimiz kısa bir molanın ardından, toplanmak ve dönüş yoluna çıkmak üzere arabalara doğru yola koyulduk. Saat 19:00 sularında Pınarhisar yolu üzerinde yediğimiz enfes akşam yemeğinden sonra kulübe dönüp, evlere dağıldık. Böylece bir maceranın daha sonuna geldik.
Aydın"
11-12 Temmuz Vize Gezisi
"Cuma gecesi Pınar'ın İstanbul'a gelmesi ve hoş şarap eşliğinde sabahın ilk ışıklarına kadar süren sohbetin ardından birkaç saat uyumuştuk ki Mehmet'in aramasına birkaç dakika kala uyanıp hızlıca hazırlandık. 11 Temmuz Cumartesi sabahı 07:30 sularında kapımıza dayanan Mehmet önce bizi attı arabasına, ardından da Maxi-Başak ikilisini ve hızlı bir kahvaltının ardından Kırklareli’ne doğru yola koyulduk. Ayçiçeği tarlalarının güzelliği, sohbetin keyfi derken 812 yıllık olduğu iddia edilen ağacın yanı başında çaylarımızı yudumlayıp köye doğru yol aldık.
Köy kahvehanesinde kısacık bir mola verip broşürler üzerinden mağara ve mağaracılığa dair biraz sohbet ettikten sonra, programda olmayan ama köylüler tarafından oldukça yakın olduğu söylenen Kocaçayırlar Mağarası'na doğru yol aldık. Önceki gün yağışlı olduğu için Mehmet'in yere çok yakın Corsa'sı çamura saplandı ve arabayı itmeye çalışan Başak tekerlekten gelen çamurun kurbanı olup pislik içinde kaldı. Atılan kahkahaların ardından arabayı kurtarıp hızlıca hazırlandık ve tarlaların arasından süzülerek bir ayçiçeği tarlasına gelmiştik ki bize eşlik eden amcam ''Aha da tam buradaydı mağara!'' diyerek toprağı dövmeye başladı. Ben amcanın espri anlayışını sorguluyordum ki amcam ciddi ciddi oracıkta bir mağara olduğunu ama görülen o ki maalesef tarla sahibinin mağara ağzını toprakla kapadığını söyledi. Önce şaşkın ardından ezik bakışlar atarak mağara ile vedalaştıktan sonra teşekkür edip ayrıldık ve Bağlar Mağarası'na doğru yola koyulduk.
24 Temmuz 2009 Cuma
17-18 Temmuz, Sivriler ve Balkaya
Ahmet Şener, Aydın Menderes, Atilla Evrim Gücün, Yaman Özakın
Fotoğraflar: Evrim ve Yaman
17 Temmuz sabahı kulüpte buluştuk. Hızlı bir hazırlanma faslından sonra "bi çay" içtikten sonra yola koyulduk. Kulüpte alkol ve örnekleme kabı olmadığı için sadece ölçüm yapmaya karar verdik. Ölçüm yapılması gereken mağaralar Balkaya'daki Uzuntarla ve Sivriler'deki Bezirgan mağaralarıydı. İki günde iki mağaranın haritasını haydi haydi çizerdik, bir şeyler daha yapmaya fırsatımız olacaktı muhtemelen. Henüz daha ne yapabileceğimizi keşfedememiştik sadece. İlk hedefimiz Balkaya Köyü'ydü. Yanımıza harita almayı beceremediğimiz için Ahmet'in hafızasından yararlanarak en kısa yoldan Balkaya'ya ulaştık. Köye girişten hemen önce "acaba kendimiz bulabilir miyiz mağarayı?" diye bir tereddüte girip GPS'in gösterdiği yönde bir ara yola saptık. Arabanın altını bırakayazmışken bu işin böyle olmayacağına kanaat getirip köye dönmeye karar verdik. Kahveye oturup Ramo'nun adını anmamızdan on dakika sonra Ramo yanımızda beliriverdi. Demin girdiğimiz yolun tam aksi istikametine dönüp bayağı bi gittikten sonra arabayı bırakıp Uzuntarla mağarasına yürüdük. Mağara ağzında sırasıyla şu acı gerçeklerle karşılaştık:
1 - Dört kaskımız vardı, Ramo dahil beş kişiydik.
2 - Dört kasktan sadece üçünün ışığı yanıyordu.
3 - Yanımızda kağıt kalem yoktu.
İlk iki sorunu "standart dışı" yöntemlerle hallettikten sonra üçüncü sorunumuzu ölçüm değerlerini cep telefonuna kaydederek çözdük ve mağaraya girdik. Mağarada geçen gelişimize göre benim hatırladığımdan daha fazla yarasa vardı. Büyükçe bir koloni gördüm ve hemen fotoğraf makinama davrandım. Ben çekene kadar baya bir kısmı havalandı ama buna rağmen sayılarının oldukça fazla olduğunu görebilirsiniz.
Mağaranın sonundaki darala Aydın ve Evrim'le girdik. Aydın en sondaki daralları zorlarken ben de bir kaç fotoğraf çektim ve Evrim'le ölçüm ala ala mağaradan çıktık. Mağara ağzında bizi bekleyen Ramo, Aydın ve Ahmet bize yerdeki bir şeyi göstermeye çalıştılar. Önce göremedim ama daha sonra iki metre ötemizde bekleyen kamuflaj harikası engerek yılanına şaşkınlık içinde bakakaldım. "Bundan büyüğünü göremezsiniz" dedi Ramo. Hamile olduğu ya da yeni bir şeyler yediği için oldukça yavaş hareket eden engereğe cesaret edebildiğim kadar yaklaştım ve fotoğrafını çektim. Sonra da köye dönüş yoluna koyulduk.
Ramo köyün yakınında bulduğu başka bir mağaradan bahsetti bize. Köyde "bi çay" içip ölçümleri temize geçtikten sonra o mağaraya bakmaya gittik. Dere yatağının üzerinde yerdeki küçük bir ağızdan girilen mağara da yaklaşık 60 metre uzunluğunda çıktı. Onun ölçümünü de aldık ve Ramo'yu köye bıraktık. Bundan sonra ne yapacağımızı düşünürken aklımızın gerisinde bekleyen fikir sonunda ağzımıdan çıktı: "Dupnisa'da suyun girdiği yeri kazsak ya!"
Bilmeyenler olabilir, Dupnisa Mağarası'nın ağzından çıkan yer altı suyu vadinin ilerilerinde en az bir noktadan beslenmekte. Muhtemelen daha fazla yerden de batan sular var; Dupnisa'dan o kadar su çıkarken burası kuru olduğuna göre de başka yerlerden de besleniyor olmalı ama bildiğimiz tek toprak düden burası. Bu düdene aslında "odun düden" demek daha doğru olabilir. Suyun battığı noktada yığılan irili ufaklı ağaçlar ve odun parçaları mağaranın girişini tıkamış. Odunların üzerinde yürürken sallandığını hissedebiliyorsunuz. Sulu mevsimde gittiğinizde de burada bir göl oluşmuyor. Bu da aşağıda bir toprak düden değil, sadece dalların tıkadığı bir giriş olduğu fikrini veriyordu bize.
Uzun süredir buradaki odunları kaldırıp Dupnisa'ya farklı bir yerden girmek fikri aklımızdaydı. Sonunda bu düşüncemizi gerçekleştirebileceğimizi fark edip son hızla Sarpdere'ye doğru yola koyulduk.
Dupnisa'nın ağzına vardığımızda başka bir ekibin de orada kamp yapmakta olduğunu gördük, aramızda şöyle bir konuşma geçti:
- Merhaba biz üniversiteden geliyoruz.
- Biz de üniversiteden geliyoruz.
- Biz farelere bakıyoruz, siz?
- Biz yarasa.
- Oldu o zaman. Size iyi akşamlar.
Sabah kalktığımızda Dupnisa'nın ağzına yapılan diğerlerinden de büyük betonarme yapıyı gördük ve içimiz cız etti. Yeni bir kafeteryaymış. İl özel idaresi ihaleye vermiş ve özel bir şirket de kazanmış. Oldukça gereksiz ve mağara ağzının tabiatını bozan bir başka yapı daha. Ülkemizin en güzel doğasına sahip yerlerden biri olan Dupnisa'ya insanların betondan bir kutuda çay içmeye gelmediğini anlatmak lazım bu işlerden sorumlu insanlara.
Biz mağara ağzına doğru yol alırken bir adet otopark görevlisi gelip araçlardan para toplamaya başladı. Bu uygulama da o gün ilkmiş. İçimiz kalkarak oradan uzaklaşıp suyun battığı yere doğru yola koyulduk. Fareci arkadaşlar da ne yaptığımızı merak ettiklerinden bizimle geldiler. Yanımızda ne eldiven ne de kazı aleti olduğu için odunların arasındaki toprakları elimizle kazmaya başladık. Fareci (kemirgenci mi demek lazım yoksa?) arkadaşlar kampa dönmeden önce bize acıyıp bir adet çapa ve bir çift eldiven verdiler.
Yaklaşık bir saat süren uğraşlarımızın sonunda, doğru yeri kazmamız sayesinde, açılan delikten yüzümüze çarpan hava akımı hepimizi sevince boğdu. Deliği en ufağımız olan Aydın'ın girebileceği kadar genişlettik. Aydın girdikten bir süre sonra biz de heyecanla ona katıldık. Dupnisa'ya bağlanacağını umduğumuz darallarda (yer yer 27 santim yüksekliğinde, yarım metre genişliğinde) heyecanla sürünürken önden giden Aydın ve Ahmet bize acı haberi getirdi, malesef ileride mağara geçilemeyecek kadar daralıyordu. Ulaşılabilen son kısma biz de bakıp ölçerek döndük ve öğleden sonra mağaradan çıktık.
Tam Bezirgan'a gitmeden Demirköy'de yemek yemeyi düşünüyorduk ki Ahmet o akşam otobüsünün kalktığını söyledi. Biz de yemeği sandöviçlerle geçiştirip Bezirgan Mağarası'na girmek üzere Sivriler Köyü'ne doğru yola koyulduk. Bize mağarayı gösterecek insan olan Mehmet Abi'yi ne kahve de ne de evinde bulabildik. Daha önce mağaraya gitmiş olmama güvenip mağarayı kendi başımıza bulabileceğimizi düşünüp yola koyulduk. Emrah olsa hayrete düşerdi ama yolu tek denemede buldum. Yol üzerindeki derenin suyunun da az olması sayesinde mağaraya oldukça yaklaşabildik. Biz Ahmet'le ölçüm alırken Aydın'la Evrim de yol üzerinde, geçen gelişimizde gözüme çarpan deliğe baktılar.
Bezirgan'ın ağzındaki çatlakta geçen sefer saklanmış yarasaları bu sefer bulamadık. Ancak biz içerideyken yan taraftaki delikten bir kaç yarasa çıkmış. Ahmet'le hızlı bir ölçüm alıp arabaya döndük. Aydın'ların girdiği mağara ise bitmemiş. 5-6 metrelik bir inişle karşılaştıkları için geri dönmek zorunda kalmışlar. Bizim de zamanımız kalmadığı için onun araştırmasını ve ölçümünü başka zamana bırakmak zorunda kaldık.
Son hız dönmeye çalıştığımız yol ağır bir trafikle tıkandığı için kâh E-5'ten kâh TEM'den giderek gece yarısı İstanbul'a vardık. Ahmet'le vedalaştıktan sonra evlerimize dağıldık.
Raporu yazan:
Yaman
21 Mayıs 2009 Perşembe
3 gün geçti ve ben gene İstanbul’dayım. ( hep şu cümleyi kurmak istemişimdir de :P )Bu defa Ankara’dan gelen biyolog arkadaşlardan bir ben geldim. Diğerleri ilk-yardım öğrenecekler, bu defalık geziye katılamıyorlar. Boğaziçi Üniversitesi’ne vardığımda, beni Hazal karşıladı. Ardından Yaman geldi. Bu defa biraz azız, 5 kişi gidiyoruz geziye. Emrah yeni uyanmış; Zirveyi de alıp gelene kadar, biz eşyaları hazırlayıp, alışveriş yapıp, kahvaltımızı bile yaptık. Bu defa gezi 4 gün sürecek planda 11 mağara var. Ama planda...
İlk başta Sivriler köyüne gidip Maden Mağarası’nı aradık ancak uzun uğraşlarımıza rağmen bulamadık. Zaman darlığından dolayı aramayı bıraktık ve Mehmet Abi’nin eşliğinde Sivriler köyündeki Mermer Mağarası'na gittik. Emrah ve Zirve yarasalara bakarken Hazal ve ben omurgasız örneklerini topladık. Bu arada Yaman 5-6 metrelik bir dikeye hat kurup baktı ama çok ilerlemediğini söyledi.
Yaman'ın notu: bu indiğim yerde mağaranın içindeki havanın durgun olması nedeniyle oksijen oranı azdı. İnip bi süre geçmesine rağmen nefes alma hızım azalmayınca aceleyle çıktım. Bu olay mağaralar hakkındaki sorulara verdiğimiz bütün soruların yanlış olduğunu düşünmeye itti.
Hava var mı? yok.
Böcek var mı? Biyologlarla gire gire her mağarada yüzlerce böcek-örümcek olduğunu da öğrendik.
Ayı var mı? MAD'lı arkadaşların hikayelerinden biliyoruz ki o da var.
Acaba bize buralara girmemiz için para falan da veriyolar da bizim mi haberimiz yok?
Ardından gene mağaranın devamı olan bir kola Emrah ile birlikte girdiler. Bu kol biraz genişçe ve yarasaların çoğunlukla bulunduğu kolmuş. Birkaç tane fotoğraf da çekmişler. Mağara omurgasız çeşitliliği bakımından ortalama bir mağara denilebilir. Yarasalarsa tepemden uçuşanları ve Emrah'ın yorumlarına göre fena değil. Mağaradan çıktığımızda hava kararmak üzereydi, bu yüzden o günlük işimizi bitirdik ve köye uğrayıp, kahvedeki amcalarla sohbet ettikten sonra, kendimize güzel bir kamp alanı bulup günü sonlandırdık. İkinci gün, yine Sivriler'deki Bezirgan ve Kızlar Mağara'larına girmek üzere yola çıktık. Burada da bize Mehmet Abi yardımcı olacaktı.
Önce köye gidip Mehmet Abi’yi aldık ve Bezirgan Mağarası’na gittik. Bu mağara, yola 15-20 dakika uzaklıkta, güzel bir yürüyüş yolu olan bir mağara. Ancak girişi biraz tehlikeli çünkü defineciler bir şeyler bulacaklarını düşünüp yaptıkları merdiven kırılmak üzere. Bizim için merdiven mağara tehlikelerinden biri olup çıktı. Bu mağara, girişi eğimli ve bir kaç kola ayrılmış, bir iki daralı olan küçük bir mağara. İçeride ilginç bir şekilde 5 metre çapında baloncuklardan oluşan, kırmızı renkli nispeten sert kayaçların içinde salonlar vardı. Bulduğumuz bir kristal parçası da kalsit olamayacak kadar sertti, belki kuvarsdı. Bu da bizi buranın oluşumu konusunda meraklandırdı. Ancak bu mağarada dikkatimi çeken guanoların üzerinde hiç görmediğim kadar halkalı solucan olmasıydı.
Mehmet Abi'yi de çok bekletmeden işimizi bitirip bu mağaradan da örneklerimizi topladık, Emrah sayımlarını yaptı, Yaman sanatsal fotoğraflarını çekti ve dönüş yoluna geçtik. Tam eşyalarımızı toplamış mağara ağzından ayrılacaktık ki Emrah ufacık bir kovukta saklanmış bir yarasa kolonisi keşfetti. Bu kadar çok sayıda yarasanın (15-20 kadar vardı) böyle bir yere saklanmasına ve de Emrah'ın bunları orada bulmasına hayret ettik.
Öğle vakti de geldiğinden, gariban mağaracılar olarak ‘ne yesek ki şimdi’ diye düşünürken Mehmet Abi bize büyüklüğünü gösterdi ve evine öğle yemeğine davet etti. Yasemin Abla’nın güzel yemeklerini yedik, kızları Selin ve Hatice ile tanışıp, evin ufaklığı sevimlilik abidesi Serhat’la oyunlar oynadıktan sonra Mehmet Abi ve güzel ailesine veda edip Kızlar Mağarası’nın yoluna düştük.
Kızlar Mağarası daha önce gittiğimiz Dupnisa Mağarası’na yakın bir yerde (Kız Mağarası'yla karıştırılmaya!). Bu yüzden daha kolay ulaştık ama bu defa da ormanlık alan olduğu için mağaranın girişini bulmakta zorlandık. Nihayet Yaman girişi buldu ve herkes işinin başına koyuldu. Bu mağaranın girişi oldukça geniş, büyük bir galerisi ve birkaç odası var. Döküntü kayalar da olduğu için mağara küçük olmasına rağmen omurgasız aranacak yüzey artıyor. Ayrıca bir de 2-3 metrelik bir inişi olan oda var ama ne yazık ki ben oraya inemedim. Yaman'ın dediğine göre oda göründüğü kadarmış, ilerlemiyor yani. Mağaranın girişi geniş demiştim. Geniş olması giriş kısmından içlere doğru karayosunu ve liken yayılmasına neden olmuş. Bunlardan da örnekler toplayıp, mağaradan ayrıldık. Böyle ormanlık alanlarda insan nereye bakacağını şaşırıyor örnekleri ayırıp tespit ederken üzerimizden binlerce leylekten oluşan bir kuş sürüsü geçti. Arazide çalışmanın güzel yanlarından biri de bu olsa gerek.
Üçüncü günün sabahı Sergen'de Mehmet, Aslı ve Sencer'le buluştuk. Yanımıza da bir rehber alıp yollara koyulduk. Bizden önce bir mağara ekibi daha gitmiş, bize mağarayı gösterecek korucu da onlarla birlikteymiş. Bir ümit kim olduğunu anlayamadığımız bu ekibi yakalar da mağaraya beraber ulaşırız demiştik ama farklı bir mağara bulduk. Su çıkan diye kaydettiğimiz mağaranın girişinden tahmin edeceğiniz üzere su çıkıyordu ve oldukça da dar bir ağzı vardı bu yüzden (sazan olduğu için) önden Yaman girdi. İçeride böcek olduğunu söyleyince ardından ben de girdim ama pek ilerleyemedim. Gidebildiğim yere kadarki örnekleri alıp çıktım. Mehmet iki metre ötede bir giriş daha buldu, bu defa da oradan girdik. Burası kuru olan koldu ve gene sürünerek ilerlenebilecek bir daral şeklinde ilerliyordu. Buradan da beklemediğim kadar örnek bulduk ve ilerleyemediğimiz bir noktaya gelene kadar gittik ve Yaman'ı çağırdık (neden? çünkü yine sularda ıslanarak sürünmek gerekiyordu). Gitmediğini söyledi ve geri dönüşe geçtik. Çıkışta biraz dinlendikten sonra daha fazla zamanımız olmadığından aramayı bitirdik ve arabalara doğru yola koyulduk.
Arabalara varınca yemek vakti de geldiğinden Havva'nın gönderdiği müthiş yaprak sarmalarını afiyetle yedik ve Ocak ile Bağlar mağaralarına girmek üzere yola çıktık. Bu mağaralar birbirine oldukça yakın ve bir taş ocağının arazisinde bulunuyorlar. Ne yazık ki benim hastalığım cereyan ettiğinden bu iki mağaraya girmedim ve Zirve ile birlikte arabada ekibin mağaradan gelmesini bekledim. Bu arada Armağan (Yağmur'un yeni adı), Emek ve Kayhan geldiler ve mağaraya doğru yola koyuldular. Anlattıklarına göre büyük bir yarasa kolonisinin (2500 kadar üyesi olan) bulunduğu mağarada yan yana barınan türlerin çeşitliliğine hayret etmişler. Onlar örnek toplayıp fotoğraf çekmekle meşgulken bizim de müzik dinlemek, sohbet etmek, kitap okumak gibi eylemlerle geçirdiğimiz birkaç saatin ardından ekip geldi ve örnekleri ayırıp tespit ettikten sonra kamp kurmak için tekrar yollara düştük. Yenesu Mağarası’nın yakınına kamp attık ve bir güzel yemeklerimizi yedik, sohbet ettik ve nihayet yeni bir güne hazır olmak için erkenden uykuya daldık. Her zamanki gibi en erken ben kalktım ve her zamanki gibi ateş başında uyuyan Yaman sabaha benim "çakmak var mı" sözümle merhaba dedi. Ardından insanları çadır tırmalamak olsun, kırk defa adlarını söylemek olsun, bizzat gidip kaldırmak olsun çeşitli kanser edici yöntemler kullanarak uyandırmayı başardım ve hep birlikte Hazal ile birkaç kişinin ortak çalışması olan omletimizi yiyip Bostantarla Mağarası’nın yollarına düştük. Gene Sergen’den bir rehber eşlik etti bize ve yolun kenarındaki mağaraya ulaştık. Bu mağara genelde dar ilerleyen ancak bir kaç yerinde sürünme gerektiren gayet de eğlenceli bir mağaraydı. Ayrıca canlı çeşitliliği açısından da dikkat çekici bir yoğunluğa sahipti. Bu mağaradan da gerekli örneklemeleri yapıp ayrıldık.
Ceneviz Mağarası’nın yollarına düştük. İşte beni en çok heyecanlandıran mağara buydu. Bizde “mağaranın en güzel yeri çıkışıdır” diye bir laf vardır ama bu mağaranın her yeri güzeldi. Bir kere yolu bir harika; bir ormanın içinden yürüyerek gidiliyor; her yer yemyeşil, güzel kokulu çiçeklerle dolu. Ayrıca gezmesi çok zevkli, sulu, 2 katlı ve bazı yerlerinde tırmanma gerektiren acayip eğlenceli bir mağara. Canlı çeşitliliği de cabası. Özellikle sucul faunası araştırılması gereken bir mağara çünkü şimdiye kadar girdiğim mağaralarda hiç görmediğim sucul böceklere rastladım. Eminim önceden görüp teşhis eden olmuştur ama benim için heyecan verici ve bir yandan da üzücüydü çünkü yanımda plankton kepçem yoktu. Bu mağaranın güzel yanlarından biri de giriş ve çıkışın farklı yerlerden yapılabilmesi. Çıkışta buluşup tekrar yollara düştük, gene güzelim güneş, ağaçlar, kuşlar, çiçekler... İnsan bozkırdan gelince bunlara daha mı bir düşkün oluyor bilemedim.
Bizde bir laf daha vardır "Faliyet eve varmadan bitmez" diye. Hakikaten de öyle yol üzerinde bir yerde yemeğimizi yedikten sonra İstanbul’a doğru yola koyulduk. Yarı uykulu yarı sohbeti kaçırmamaya çalışan insanlar olarak tıpış tıpış giderken yolda önümüze bir araba kapısı çıktı ve ciddi sonuçlanacak bir kazadan Emrah'ın son andaki manevrasıyla kurtulmuş olduk. "Aman arkadakilere haber verelim" diye telefona sarıldık ama biz onlara ulaşana kadar onlar da aynı tehlikeyi atlatmışlardı. Arkadaşlar siz siz olun kapınızı öyle yolun ortasında bırakmayın, hadi bıraktınız bir işaret koyun e mi?
22 Nisan 2009 Çarşamba
Kıyıköy
Sabah erkenden Boğaziçi Üniversitesi'nde buluşup sabah erkenden gelemeyen arkadaşlarımızı bekledik. Ankara'dan üç biyolog arkadaşımızın da aralarında bulunduğu gezi ekibi saat 10:30 gibi Kıyıköy'e doğru yola çıktı.
Muhteşem hava koşulları altında keyifli bir yolculuktan sonra zorlu toprak yolları aşarak Kıyıköy Mağarası'na ulaştık. Baharın başlangıcına yakışır bir havada yemyeşil ormanın içinde derelerden geçerek mağara ağzına ulaştık. Mağaraya ulaşır ulaşmaz ekiplere ayrıldık. Biyolog arkadaşlar böcek ve omurgasız örnekleri toplarken Emrah, bölümdaşı Zirve ve Hazal da yarasalarla ilgilenmeye başladı. Ben de fotoğraf çekmeye koyuldum. Herkesi uzun süre meşgul edecek malzeme vardı. İşimizi bitirdikten sonra Memo ve Çuka mağaranın sonundaki darala kafayı sokmak istedi. Islak sürünme halinde bir müddet ilerlediler ama zamanımız az olduğu için bitiremeden döndüler.
Arabalarımızın yanına dönüp topladığımız örnekleri tasnif ettiğimizde öğle yemeği vakti gelmişti. Az kullanılan orman yolunun ortasına serilip öğle yemeğimizi yedik. Sonra ikinci mağaramıza doğru yola koyulduk. Hedefimiz Balkaya Köy'ü yakınlarındaki Yenesu Mağarası'ydı.
Acelemiz olmasına rağmen köye uğramadan mağaraya gitmemiz ayıp olurdu. Köye uğrayıp Emrah'ın eski tanıdıklarıyla oturup çay içtik. Bunlardan Ramo ve Vacit adında köyün delikanlıılarııydıı. Onları da yanımıza alarak, hava kararmadan Yenesu Mağarası'na girdik. Oldukça sulu ve uzun olan mağaranın sonuna kadar hep beraber yürüdük.
Bir ara bir yan-kola bakıp çıkmak için gözden kaybolan Hazal'ın geç gelmesi sonucu geçici bir heyecan yaşadık. Sonunda Hazal geldiği zaman gittiği kolun çok uzun olduğundan ve sonunda bir sürü yarasa olduğundan bahsetti. Memo ve Emrah bu yarasalara bakmak için yan kola girerken biz de bir şeyler atıştırmaya karar verdik.
Sonunda Emrah ve Memo geldiğinde bize içerideki 300 kadar yarasanın haberini getirdiler. O kadar ıslandıktan sonra uzun süre beklemek ekip üyelerini üşütmüştü. Ekibin büyük kısmı çıkışa geçti. Kalanlar ise cefakar bir şekilde fotoğraf çekimlerine yardımcı oldu. Saat 20:00 civarı biz de mağaradan çıktık ve yakındaki kampımızın davetkar ateşine doğru güveler gibi üşüştük. Ramo ve Vacit'in hazırladığı kızartma ziyafeti sayesinde üzerimizde yorgunluktan eser kalmadı. Biraz daha ateş başında muhabbet ettikten sonra Memo'yla "bu havada çadırda uyunmaz" diyerek tulumlarımızı ateş başına serdik ve sadece bir ara kampa yaklaşan çakal ulumalarının böldüğü derin uykumuza daldık.
Sabah kalkıp kamp yerinin güzelliğini bir kere daha takdir ettikten sonra köye doğru yola koyulduk. Bugün de Ramo ve Vacit bize mağaraların yerini gösterecekti. Köy'ün yeni Muhtar'ı ile kısa bir sohbetten sonra yola koyulduk.
Ramo bizi yeni yağmış yağmurların bozduğu yollardan geçirerek Pestil Mağarası'na götürdü. Kısa ve keçi pislikleriyle bezeli bu mağaranın ağzında gördüğümüz zehirli engerek bize heyecanlı anlar yaşattı. Mağğara çok büyük olmadığı için buradaki işimiz kısa sürede bitti ve Çuka'nın mağara ağzında yaktığı ateşte kızarttığımız sucuklarla karnımızı doyurduk.
Günün ikinci mağarası ise Uzuntarla idi. Yol kenarından on beş dakikalık mesafede olan mağarada 300 bireylik bir nalburunlu kolonisi yaşamaktaydı. Sık rastlanmayan bir tür olduğunu anladığımız yarasaları incelerken heyecanlanan Emrah'ın ruh hali hepimize bulaştı. Mağaranın dört bir tarafına dağılıp artık olağanlaşan iş bölümümüzün gereklerini seri bir şekilde yerine getirdik. Biz girerken uyanan yarasalar çıkışta dar galerilerde içeri doğru kaçmaya çalışıyordu. Her ne kadar ekolokasyon yetenekleri muhteşem olan hayvanlar olsalar da arada bir iki tokat yedik kendilerinden.
Akşam olmasına doğru arabalarımıza doluşup İstanbul yolunu tuttuk. Tabii ki yolda bir köfteciye uğrayıp et stoklarını eritmelerine yardımcı olmadan olmadı bu. Okula dönüp malzemeleri paylaşıp gelecek haftasonu buluşmak üzere vedalaştık ve evlerimize dağıldık.
6 Nisan 2009 Pazartesi
Demir Amca, Balkaya ve Geçen Yıllar
Solda T-box çizmeleriyle Emek; sağda sarı çizmeli sarı çiçekli mutlu Hazal, Demir Amca ve Ben
Solda rezevuar köpekleriymiş gibi yaparken, sağda Vacit, ben ve Ramo, Ramo'nun ben fotoğraflarda mı tipsiz çıkıyorum yoksa normalde mi tipsizim diye sormasını çözmeye çalışırken.
2 Nisan 2009 Perşembe
Beyaz Burun İlleti
Mailim: coramane at gmail nokta com
Konuyla alakalı bazı linkler:
Bat Conservation Trust - http://www.bats.org.uk/pages/white-nose_syndrome.html
Batcon International - http://www.batcon.org/index.php/do-something/stay-informed/white-nose-syndrome/subcategory.html?layout=subcategory
U. S. Fish and WildLife Service - http://www.fws.gov/northeast/pdf/white-nosefaqs.pdf
Northeastern Cave Conservation - http://www.necaveconservancy.org/news.php
27 Mart 2009 Cuma
İğneada
Soldaki fotoğrafta uzman çavuş, İsmail Abi ve Maxi muhabbet ederken; ortada Çuka mağara girişindeki uçuşan yarasaları izliyor; sağda ise İsmail Abi'ye yarasalar hakkında bilgi verirken.
Solda beyaz burun sendromlu yarasa, sağda ben iniş yaparken.
Gece bir gibi ekip mağaradan çıktı. Mağarada iki adet iniş varmış ve içeride birçok yarasa görmüşler. Ancak saat geç olduğu için ve örnekleme yapabilmek için ertesi gün mağaraya girmeye karar verdik. Mağaraya yakın bir yerde hemen kampızı kurup sucuklarımızı yedik. Gece üç gibi çadırlarımıza çekildik ve 24 saatten uzun süre boyunca durmayacak olan yağmur yağmaya başladı. Sabah mağaraya örnekleme yapmak ve döşemeyi toplamak üzere Memo ile ben hızlı bir giriş yapmaya karar verdik. Hızlı derken öğleden sonra üç dediğimiz rescue saatinde ancak dışarıdaydık. Gündüz olduğu için yarasalar uyuyordu ve rahat rahat türlerini belirleyip sayımlarını yapabildik. Amatör biyoloğumuz Memo ise keneden, şeffaf örümceklere kadar mağarada ne var ne yok yakaladı. Tek moralimizi bozan durum ise beyaz burun sendromuna yakalanmış bir büyük farekulaklıya rastlamamız oldu. Bu hastalık çok yeni ve Amerika'da ki birçok popülasyon bu hastalıktan ötürü yok oldu (Önümüzdeki günlerde bu hastalıkla alakalı daha detaylı bir yazı yazacağım).
Solda mağara içersindeki örümceklerden biri; ortada Memo, delik ve tombul yanakları; sağda kene.
Çıkışta benim salaklığım yüzünden atlattığımız kazadan sonra (Bir çıkıştan sonra yaklaşık bir metre kenara geçmek gerekiyordu. İlk ben çıkıp ipten çıktım. Ancak ip de benimle beraber kenara geçip kayaya takılmış. Hem ben hem de Memo bunu fark etmeyince, Memo ipe girdiğinde ip takıldığı kayayı koparttı ve kaya Memo'nun yanağına düştü. Benim tahminim bu en azından, olayı tam göremedik. Ancak gerek inişin az olması gerekse de Memo'nun tombul yanaklı biri olmasından ötürü Memo sıyrık bile almadan çıkışına devam etti. Daha dikkatli olmam gerekirdi, sizin de aklınızda bulunsun.) mağarayı toplayıp sağ salim mağaradan dışarı çıktık. Dışarıdakiler kampı toplayıp mağara ağzına gelmişlerdi. Biz de üzerimizi değiştirip İğneada'ya doğru yola çıktık. Saat geç olduğu ve yağmur hala yağmaya devam ettiği için plandaki diğer mağaraları başka bir zaman bırakmaya karar verdik. İğneada'daki kısa turdan sonra yemekten vazgeçip doğrudan dönüşe geçmeye kararlaştırdık. Demirköy'den sonra bastıran tipi de bunun doğru bir karar olduğunu gösterdi. Nitekim Demirköy tarafında çalışan Yaman, Ahmet, İso ve Aydın bizden bir iki saat sonra burada mahsur kalacaklar ve kamyon ile kurtarılacaklardı.
Solda tipinin bastırdığı an; sağda köfteleri mideye indirmeden az önce (Soldan sağa: Maxi, Aslı, Memo, Çuka, ben, Utku, Evrim, Başak, Hazal).
Biz ise o saatlerde otodana girmeden önceki son köyde kilo ile söylediğimiz kasap köfteleri mideye indiriyor olacaktık. Aklıma gelenler bunlar. Unuttuklarım varsa yorum olarak ekleyiveriniz. Buarada bu siteye yönelen ve mağaracı olmayan ama ilgi duyan insanlar www.bumad.org'dan bizimle iletişime geçerek mağaracılağa ilk adımı atabilirler. Haftaya görüşmek üzere.